Kadına yönelik şiddet durmalı
Lefke Avrupa Üniversitesi (LAÜ) Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Cemaliye Direktör, Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü dolayısıyla detaylı bilgiler aktardı.
“Şiddet, bireyin çözüm üretemediği, kendini üstün gördüğü ve gerçekte kontrol edemeyeceğine ilişkin korkuya kapıldığında verdiği bir tepkidir. Ne yazık ki şiddete maruz kalma riski gruplandırılmış ve kadınlar en yüksek riske sahip grupta yer almıştır. Kadınların yanı sıra çocuklar, yaşlılar ve özel eğitim gereksinimi olan bireyler şiddete maruz kalıyorlar” diyen Direktör, bu gruplar değerlendirildiğinde biyolojik olarak kadın dışındaki diğer grupların destek ihtiyaçları olabileceğini ancak kadınların ihtiyacının biyolojik değil toplumsal olduğunu vurguladı.
“Kadınlar tarih boyunca erkek egemenliğinde varlığını sürdürmesi gereken bireyler olarak görülmüştür. Kendi düşüncesini söyleme yetisi olmayan, bakıma muhtaç, korunması gereken bireyler olarak algılanmışlardır. Bazı kültürlerde ise kadın bir çiçek olarak görülmüş, pozitif ayrımcılıkla yine “güçsüz” olarak nitelendirilmişlerdir. Kadın ve erkek farklı anlayışı çoğu zaman erkeğin güçlü olduğu anlamını taşır ve kadınların şiddete maruz kalma riskini artırır” diyen Direktör, şiddet denilince ilk akla gelenin fiziksel şiddet olsa da kadınların duygusal, sözel, cinsel şiddete de ne yazık ki daha sık maruz kaldıklarını ifade ederek, hayır demesine rağmen flört etmeye çalışılması veya yolda giderken atılan lafların her birinin de bir şiddet olduğunu söyledi. Direktör açıklamasının devamında şunları kaydetti;
Kadınlar kadın oldukları için öldürülüyorlar. Tek suçları kadın olmak. Neredeyse her gün bir veya daha fazla kadının eski kocası veya sevgilisi tarafından yani tanıdığı bir erkek tarafından öldürüldüğünü okuyoruz.
Ne kadın ne erkek sadece insan
Toplumsal cinsiyet rolleri toplum tarafından belirlenen, yazılı olmayan ancak oldukça güçlü bir etkiye sahip olarak kadın ve erkeklere nasıl davranmaları gerektiğini gösteren özelliklerin tümüdür. Bu roller daha doğmadan bize aktarılır. Kız çocuk doğmuşsa pembe, oğlan çocuk doğmuşsa mavi renkler kapıya asılır. Peki neden çocuğun cinsiyetini herkese önceden bildirmeliyiz? Fark eder mi, kız veya oğlan olması? Ne yazık ki fark ediyor. Kızlar şu oyunu oynar, oğlanlar bunu; bu kız rengi bu oğlan rengi; oğlanlar yaramazlık yapar kızlar hanım olur, oturur. Bunlar bize çevremizin kazandırdığı özelliklerdir. Biz bu rolleri üstlenir ve ona göre davranırız. Kızlar yasaklarla o kadar karşılaşır ki bazen boyun eğmeyi bazense her şeye isyan etmeyi öğrenirler. Masallarda kahramanlar erkeklerdir. Kötü olan cadı kadınlardan kadını koruyan sadece erkektir. Prensesler korunmaya muhtaçtır. Güzeldir, zariftir. Güzel olmayan bir kadın prenses olamaz. Kadın her zaman güzel ve bakımlı olmalı, evine çocuğuna bakmalı ancak “düşünen ve kendi” olmamalıdır. Toplumsal cinsiyet eşitliği tüm toplumlarda kazandırılmaya çalışılan bir tutumdur. Kadın ya da erkek olmak sadece toplumun belirlemesidir. Kadınların şiddetten korunması için yasalara ihtiyaç var ancak en iyi çözüm topluma toplumsal cinsiyet eşitliğini kazandırmaktır. Masal kitapları, animasyon filmleri değişmeye başladı. Güzelliği değil zekası vurgulanan prenseslerin sayısı da arttı. Kadın cinayetleri, kadına yönelik şiddet ancak toplumsal cinsiyet eşitliği ile önlenebilir. Kadın ya da erkek ayrımı yapmadan karşımızdakini sadece insan olarak değerlendirdiğimiz gün mücadele kazanılmış olacaktır. Güçlü, kendine güvenen, hakkını arayan prensesler yetiştiğinde, kadınlar kadın oldukları için öldürülmeyecektir.